8 Kasım 2013 Cuma

Kos



Hipokrat ağacı (?)

              Bodrum-Akyarlar'dan eliniz uzatıp tutulacak kadar yakın olan Kos adası günübirlik turlar için oldukça uygun bir destinasyon. Bodrum'da canınız sıkılırsa ve de pasaportunuz "Yeşil" ise kolayca gidebilirsiniz. Ne yapılır derseniz; biraz gezilir, "something for nothing" türünden alış-veriş yapılır, öğlen yemeği yenir, bir kahvede biraz vakit geçirildikten sonra gittiğiniz feribotla Bodrum'a geri dönülür.




                   Nereler görülür derseniz; benim için en ilginç olanı Hipokrat ağacının bulunduğu mekan idi derim. O günden bugüne böylesine bir ağacın kalmadığını bilsem de, oldukça ilginç olduğunu, altındaki zarif çeşmenin suyunun da nefis olduğunu söyleyebilirim. Ne de olsa Osmanlı yapmış...


             Eğer gecelemeye karar verirseniz ve uygun bir taverna bulabilirseniz-ben bilmediğim  için öneremiyorum-Yunan müziği eşliğinde hoşça vakit geçirebilirsiniz. 



                   

29 Eylül 2013 Pazar

Şişe Postasının Hızı (!)



     Cumhuriyet Gazetesi'nin 29.09.2103 tarihli baskısının arka sayfasında oldukça ilginç bir haber yer alıyordu; "Şişe postasının 30 yıllık serüveni" başlığını taşıyan haberde Karayipler'deki Batı Hint Adaları'ndan Saint Croix açıklarında 1978'de denize bırakılan bir şişe postasının, bundan beş yıl önce Hırvatistan'ın Korcula Adası açıklarında bulunduğunu bildiriyordu.
       
         Haberi ilginç kılan ayrıntı ise; şişenin babasının kullandığı yük gemisiyle 1978 yazında tatile çıkan Danimarkalı 8 yaşındaki Kim Kragh Staerke isimli bir çocuğun  canı sıkıldığı bir günde üzerinde kendi adresi bulunan bir mektubu bir şişenin içine koyup ağzını iyice kapattıktan sonra Saint Croix adası açıklarında denize attığının, aradan geçen 30 yılda şişenin Hırvatistan'ın Korcula Adası açıklarına kadar geldiğinin ve şişeyi yine Danımarkalı Martin Macic adında bir çoçuk tarafından bulunduğunun ve uzun uğraşılar sonra şişenin içinden çıkan mektubun alıcısının bulunup teslim edildiğinin bildirilmesiydi.
  




Saint Croix Adası





Şişenin katettiği mesafe 



Korcula Adası-Hırvatistan



 
 







9 Ağustos 2013 Cuma

Marmaris













19. yüzyılda Marmaris

    
        Güneşin en güzel doğduğu yerlerden biri olan Marmaris için Tanrı'nın boş zamanlarında yarattığı bir yeryüzü cennetidir desek fazla abartmış sayılmayız. Sadece doğal güzellikleriyle değil, doğal liman oluşu nedeniyle de tarih boyunca önemini hep korumuştur.

"Osmanlı Filosu Marmaris'ten çıkarken"




"Marmaris'te filika yarışı"
           Ülkede turizmin gelişmesiyle adından sıkça söz edilmeye başlanmış, 1980'li yılların başında yat turizminin teşvik edilmesiyle birlikte de yatçılar için Ege'nin olmazsa olmaz bir köşesi haline gelmiştir.








1960'lı yıllarda Marmaris



Lindos adlı gemi Marmaris limanında




Denizcilik İşletmelerinin bir gemisi Marmaris limanından ayrılırken




1960'lı yıllardan bir başka kartpostal



Çok eski bir Marmaris kartpostalı


Marmaris körfezinde güzel bir Karadeniz çektirmesi




Marmaris'e turist getiren gemi 








Marmaris'e gemi getiren gemi (!)


Ve bugünkü Marmaris'ten görüntüler...








29 Temmuz 2013 Pazartesi

Lozan Barış Antlaşması

10 Ağustos 1920
Sevr Anlaşması imzalanırken...
(Osmanlı delegesi imzalıyor, aslında imzalatılıyor; diğerleri bakıyor)

24 Temmuz 1923
Lozan Barış Antlaşması imzalanırken
(Türk delegesi İsmet Paşa diğer delegelerle birlikte imzalıyor)

Farkı görebildiniz mi?








            Hayatlarında bir gün, bir yerde, yabancı biriyle oturup herhangi bir konuda pazarlık yapıp da bir şey dahi koparamamış olanların; 600 yıllık Osmanlının hesabının görülüp ülkenin sınırlarının çizildiği, yabancılara verilen ayrıcalıkların kaldırıldığı, çok sayıdaki imtiyazın geri alınıp ekonomik özgürlüğün kazanıldığı, borçlarının diğer ülkelere de yüklendiği ve de bu toprakların Türk vatanı haline getirildiği Lozan Barış Antlaşmasına söz söylemeleri biraz komik olmuyor mu?





    

26 Temmuz 2013 Cuma

Eyfel Kulesi




Eyfel Kulesi, Paris'in ünlü demir kulesi. Kule, aynı zamanda tüm dünyada Fransa'nın sembolü halini almıştır. İsmini, inşa eden mühendis Alexandre Gustave Eiffel'den alır. En büyük turizm cazibelerinden biri olan Eyfel Kulesi, yılda 6 milyon turist çeker.





Gustave Eiffel


    
         Eyfel Kulesi 1887 ile 1889 yılları arasında Gustave Eiffel'in firması tarafından, Fransız Devrimi'nin 100. yıl kutlamaları çerçevesinde inşa edilmiştir. Aslında kulenin mimarı Gustave Eiffel değil, İsviçreli Maurice Koechlin 'in siparişi üzerine tasarlayan Stephen Sauvestre'dir. Meslektaşı Emile Nouguier ile beraber ilk tasarımları yapmıştır.


Kulenin, 7.739.401 Frank 31 Sent tutan inşaat masrafları, Gustave Eiffel'in tahminlerinin 1 milyon frank üstündedir. 1889 yılındaki açılış tarihden önceki 5 ayda 1,9 milyon kişi ziyaret edince, yıl sonuna kadar toplam masrafın 3/4'ü çıkartılmıştır. Böylelikle Eyfel Kulesi, daha başından, kazanç sağlayan bir şirket görünümüne bürünmüştü. 3.000 işçi 26 ay boyunca 18.038 adet demir parçayı 2,5 milyon perçinle bir araya getirmiştir.








Ancak bu arada kule, onu bir utanç lekesi olarak gören Paris halkının tepkisini de çekmiştir. Bazı sanatçılar devasa bir sokak lambasına benzetirken, bir fabrika bacası gibi Paris'in görsel itibarını zedeleyeceğini ileri sürmüşlerdir. Böylelikle devrin sanatçı ve edebiyatçı çevresinde bir kampanya başlatılmış, bu kampanya süresince ünlü sanatçıların imzaladığı bildiriler dağıtılmıştır.




              İlk başlarda Eiffel, Kule'ye sadece 20 yıl için müsaade almıştı. Dolayısıyla, 1909 yılında kulenin sökülmesi gerekiyordu. Ancak kule, okyanus ötesine sefer yapan gemilere yapılacak saat ayarı sinyallerinin yayınlanması için oldukça uygun özellikte olduğundan sökülmekten kurtulmuştur.


Telgraf kodları kullanılarak ilk düzenli saat ayarı sinyali 9 Ağustos 1904 tarihinden itibaren Amerikan Deniz Kuvvetleri tarafından Boston’daki istasyondan yayınlanmaya başlanmış, 1905 sonuna kadar da Amerika’da saat ayarı yayınlayan istasyon sayısı 6’ya çıkmıştır.
Denizcilerin yanı sıra demiryolu işletmecilerinin, ordunun ve sanayi kuruluşlarının da gereksinim duyduğu hassas saat ayarının Avrupa’da telsizle yayınlanmasına yönelik ilk uygulamalar ise 1904’den itibaren başlamıştır. Bu amaçla İsviçre ve Fransa’da istasyonların kurulduğu, İsviçre’de konuyla ilgili patent başvurusunda bulunanlar arasında Albert Einstein’ın dahi olduğu bilinmektedir.
Fransa’daki ilk istasyon Fransız Boylam Bürosu tarafından işletilen ve Eiffel Kulesine kurulan FL çağrı işaretli istasyondur. 312 metre yüksekliğiyle döneminin en yüksek binası durumunda olan Eiffel Kulesi’nin  ülkenin güvenliği için büyük önem arz eden radyo hizmeti için kullanılabileceğine karar verilmiş ve 40 kW çıkış gücüne sahip verici istasyonu tesis edilerek başta Atlantik Okyanusu’na yönelik olmak üzere 23 Mayıs 1910 tarihinden itibaren Paris Gözlemevi’nden alınan saat ayarı sinyallerinin 150 kHz frekansı üzerinden günde iki defa yayınlanmasına başlamıştır.
Greenwich’i sıfır meridyen olarak 1919’a kadar kabul etmek istemeyen Fransa  bu hizmeti başlattıktan sonra Boylam Bürosu’nun davetiyle Ekim 1912 tarihinde Conférence international de l’heure radiotélégraphique (Uluslar arası Radyotelgraflı Saat Konferansı) adı altında 16 ülke temsilcisinin katılımıyla bir konferans düzenlemiş, Paris Gözlemevi’nde kalıcı bir Uluslar arası Saat Bürosu oluşturulmasını sağlamıştır. Bu konferans sonrasında 20-27 Ekim 1913 tarihinde 32 ülke temsilcilerinin katılımıyla toplanan tam yetkililer konferansında ise Uluslar arası Zaman Birliği ile Daimi Konsey’in oluşturulmasına karar verilmiştir.
Osmanlı Sadareti (Başbakanlığı) de 1913’te Maarif, Posta Telgraf ve Telefon ve Nafia Nezaretİ temsilcilerinin katılımıyla bir heyet oluşturmuş ve “Greenwich saati”nin kabul edilmesinin faydalı olup olmayacağının incelenmesini istemiştir. Bu heyet tarafından hazırlanan raporda belirtilen olumlu görüş Meclis-i Vükela (Bakanlar Kurulu) tarafından da uygun bulunmuş ve Paris’te yapılan toplantıya o dönemin Darülfünun Reisi olan Salih Zeki Bey tam yetkili olarak iştirak etmiştir.
Salih Zeki Bey

1912 Paris kongresinde ele alınan konulardan biri de saat bildirmek için yayınlanacak zaman sinyallerinde uyulması gereken standartlar olmuştur. Greenwich vasati saatini kullanacak ülkelere günde iki defa telsizle Eiffel Kulesi’nden saat ayarı verilmesi de kararlaştırılmış ve bu karar 1913 kongresinde de onaylanmıştır.

Paris'te Türk Günleri
  
















23 Temmuz 2013 Salı

Datça ile Sömbeki (Simi)



               İlkokul yıllarında Türkiye haritasını ezbere çizmeye çalışırken öğretmenimiz bize; Ege kıyılarını çizerken elinizi sağa sola biraz oynatın, aşağıya indiğinizde biraz fazla oynatıp Akdeniz kıyılarını çizmeye başlayın diye öğretirdi. Bu biraz fazla oynatılacak yerin Reşadiye Yarımadası olduğunu da bilirdik. Sömbeki adasını yutacak gibi ağzını açmış beklerdi.



              1970'li yıllara gelip hemen her gün Kıbrıs konuşulmaya başlandığında gazetelerin birinde yayımlanan ve Yunanistan'dan çıkan bir el Kıbrıs'a uzanırken makasa benzetilen Reşadiye Yarımadası bu eli kesecekmiş gibi gösterilen karikatürü gördüğümde bu yarımadaya olan ilgim daha da artmıştı.

  

             O yıllarda bırakın Datça'ya gidip görmeyi Muğla'ya girmek bile oldukça zor ve zahmetli olduğundan çok güzel olduğunu bildiğimiz bu girintili çıkıntılı kıyıları ancak harita üzerinde görebiliyorduk.



         Uzun yıllar doğru dürüst bir karayolu bağlantısına sahip olmayan Datça'ya ilk defa 1987'de Bodrum'dan kalkan "Büyük Ortak" adlı feribotla günübirliğine gitmiştik. Köremen Limanı'nda bizi bekleyen oldukça eski, ancak ilginç bir belediye otobüsüne binip şehir merkezine vardıktan sonra İskele Mahallesi'ndeki kumsaldan denize girip biraz gezmiş, sonra da yine aynı otobüsle limana gidip feribotla Bodrum'a dönmüştük.



         


         2000'li yılların başındaki ikinci gidişimiz yine Bodrum'dan feribotla olmuş, bu defa arabayı da beraberimde götürdüğümden biraz araştırıp bulduğumuz Uslu Apart sonraki yıllarda bizim için vazgeçilmez bir Datça klasiği haline gelmişti.

Uslu Apart

           Üçüncü gidişimiz ise yine denizden tekne ile olmuş, Bodrum-Turgut Reis'ten kalkıp Knidos'ta bir kaç gün kaldıktan sonra oldukça maceralı (!) bir şekilde geldiğimiz Datça'da fazla kalmayıp otobüsle Marmaris'e dönmüştük. 

Knidos ve Tekneler

         Dördüncü defa gelişimiz ise daha öncekilerden oldukça farklıydı; bu defa artık yarım Datçalı olmak üzere gelmiş, Palamutbükü'nde bir senedir bekleyen Aurora'ya binip Simi Boğazı'ndan geçerek Bozukkale'ye varmış, bir gece demirde yattıktan sonra Marmaris'e dönmüştük.

Bozukkale

         İlkokul sıralarında elimi sağa sola oynatarak haritasını çizdiğim bu kıyılara bir de denizden bakma fırsatı bulduğuma çok sevinmiştim. Yakınından geçtiğimiz Simi de oldukça güzel gözüküyordu. Anlaşılan Reşadiye Yarımadası Kıbrıs'ı kurtarmış, ancak Simi'yi henüz yutmamıştı (!)  

Simi  




Bu bizim Datça


Bu da komşunun Simisi