19 Mart 2013 Salı

Ankara Telgrafhanesi







Ankara Telgrafhanesi

           Ankara Valiliği’nin hemen yanında yer alan Telgrafhane binası, 1886-1894 yılları arasında Ankara Valisi olarak görev yapan Abidin Paşa tarafından yaptırılmıştır. Yanan valilik binasını tadilattan geçiren Abidin Paşa, kentte bir eksiklik olarak gördüğü Telgrafhane’nin yapımı için de büyük çaba göstermiştir. Daha sonraki yıllarda Telgrafhane, Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’ya gelmesiyle daha da önem kazanmıştır. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’un düşmanlarca işgalini 16 Mart 1920 günü saat 10.00 sıralarında İstanbul Merkez Telgrafhanesi'nden Manastırlı Hamdi Beyden gelen bir telgrafla Ankara Telgrafhanesi’nde öğrenmiştir.


           Telgrafhane, Kurtuluş Savaşı yıllarında da Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul ve Anadolu ile devamlı haberleştiği bir merkez olmuştur.  İstiklal Savaşı’nın kalbi burada atmış, cepheden gelen her haberin sevinci ve üzüntüsü ilk olarak bu binada yaşanmıştır. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın Dumlupınar’dan 1 Eylül 1922 günü, 30 Ağustos zaferini müjdeleyen bildirisi de Ankara Telgrafhanesi aracılığıyla tüm dünya ülkelerine duyurulmuştur.


         

Ankara Adalet ve Hukuk Mektebi

            1925 yılına kadar Postahane ve Telgrafhane olarak kullanılan bina daha sonra Ankara Adalet ve Hukuk Mektebi olarak kullanılmış, sonra da yıkılıp bulunduğu alandan yol geçirilmiştir.


Telgrafhane binasının bulunduğu alan




1925 yılında hizmete verilen PTT Genel Müdürlüğü binası
(Ülkede ilk otomatik telefon santralı 1926'da bu binada kurulmuş, ilk kablolu yeraltı şebekesi de Ankara'da tesis edilmiştir.)




Eski PTT Genel Müdürlüğü binası yıkıldıktan sonra yerine yapılan yeni bina 






















.

17 Mart 2013 Pazar

Çanakkale içinde Aynalı Çarşı





Çanakkale'de şehit düşen Safranbolulu Ahmet oğlu Ahmet ve Safranbolulu 
Ali Kepekli (Fotoğraftaki sakallı nefer), nam-ı diğer Kara Ali'in anısına saygıyla...



          3 Kasım 1914’ten 18 Mart 1915’e kadar çeşitli defalar Çanakkale Boğazı girişinde beliren İtilaf Devletlerine ait savaş gemileri Boğazı geçip İstanbul’a ulaşmak istemişler, ancak bunun hiç de kolay olmadığını görmüşlerdir. Daha sonra 25 Nisan’da iki ayrı noktadan Gelibolu yarımadasına çıkarmayla başlayıp, 6 Ağustos gecesi Suvla Koyu’na yapılan üçüncü bir çıkarmayla devam eden, ancak 8 Ocak 1916’da Seddülbahir’den çekilmeyle biten ve büyük kayıplara neden olan bu macera İtilaf Devletleri için tam bir fiyasko olmuştur.
 


           Bunun oluşturduğu anaforda çoğu şöhret un ufak olmuş, bazıları asla eski haline dönememiş, Çanakkale’de itibar tartışmasız biçimde Yarbay Mustafa Kemal’e atfedilmiştir.

 
 
 


Çanakkale'ye gidip gelemeyenler için Kastamonu'da yakılan türkü:
"Çanakale içinde vurdular beni, ölmeden mezara koydular beni"



Not: Ali Kepekli'nin hayat öyküsü için






           


Dünya henüz yarım iken (!)



Şerif el-İdrisi'nin haritası


               Ortaçağ Avrupası’nın önde gelen coğrafyacı ve haritacılarından olan Şerif el-İdrisi (1100-1166) Sicilya kralı II. Ruggero tarafından 1138 yılında çalışma yapmak üzere Palermo’daki saraya davet edilmiştir. Şerif el-İdrisi, bu sarayda uzun bir çalışma sonrası hazırladığı dünya haritası ile Kitâbu Nüzhetu’l-Müştak fî İhtirâki’l-Âfâk  (Uzak Diyarlara Hoş Yolculukların Kitabı) adlı eserini 1154 yılında tamamlamıştır. Ortaçağ Batısı’na yedi iklimin halkları, toprakları ve kültürleri konusunda o güne kadarki en kapsamlı tasvirleri sunan bu eser Batı haritacılık ve denizciliği açısından da büyük önem taşımaktadır.

               Söz konusu haritanın aslına uygun olarak yapılmış kopyası İstanbul Gülhane Parkı'ndaki İslam Bilim ve Teknoloji Müzesi'nde görülebilir.

Müze girişindeki Yarım Dünya 











Cama yapışan inciler (!)



         İstanbul-Sarıyer'de umumi bir WC'de aynalardan birinin kenarına iliştirilmiş, su israfının önlenmesi için ilginç bir uyarı lavhası. Anlaşıldığı kadarıyla; saçınızı su akıtarak değil de, bir başka şekilde düzeltmeniz ikaz ediliyor (!). Üstelik "düzetlmeyiniz" deniliyor, ne demekse ...   

       İstanbul-Kadıköy'deki dükkanların birinde cama yapıştırılmış ilginç bir ilan; 33 senedir burada durulsa da ne iş olursa Adalar'a gidileceği bildiriliyor(!).



       İstanbul-Aksaray'daki apartmanlardan birinin kapısındaki ilginç bir uyarı; anlaşılan yanlış anahtar kullananların oluşturduğu arızalardan bıkmışlar.

               Bir fotoğraf da Ankara-Ulus'tan; uydu teknolojisinde gelinen son noktayı açıklıyor: Şifreleri çözen uydu (!).


Beyoğlu'nun arka sokaklarındaki apartmanın birinin duvarından ...


              
       Bu fotoğrafları ben çektim. Doğrusu biraz da çekindim (!). 

 

      



 



Bu işte bir terslik var (!)





           Deniz bir sevdadır; bazen zevkli, bazen dertli. Yukarıdaki fotoğraf bir kaç yıl önce Datça'da çekilmiş. Deniz kudurup teknenin birini karaya fırlatınca, yörenin gençleri el birliğiyle tekneyi yeniden denize indirmek üzere uğraş verirken bir foto muhabiri de bu ilginç anı kayda geçirmiş.

Latif SANSÜR (DHA)

                   
         Yukarıdaki fotoğraf ise Kuşadası Halk Plajı'nda çekilmiş. Denize zorunlu iniş yapıp kuma saplanan uçağı gören gençler "Haydi şuna bir el atalım" diyerek yardıma gelmişler.



 
Bu uçak piste inmiş; ancak vinç ile kaldırılmak üzere (!)  



Çatı katında tekne yapılırsa denize böyle indirilir (!)


Bu da tarla sahibinin başına bela olan sahipsiz bir helikopter;
önceki yıllarda çekirgelerden şikayet edilirmiş,
şimdi de helikopterlerden (!)


 
 
 

         Bir başka ülkede böyle fotoğraflar çekilebileceğini pek sanmıyorum.






       

Boğaziçi'nde uyarıya uyum




       Boğaziçi'nde yolun kenarında bir uyarı levhası: "NO DIVING". Altı yüzyıldır bizim olduğunu bildiğimiz yerde İngilizce konuşanlar yazıyla uyarılmış. İngilizce bilmeyenler için de yüksekçe bir yerden suya dalan bir yüzücü resminin üstü kırmızı çizgi ile çizilip buradan denize dalınmaz denilmek istenilmiş.



    Burada denize girenlerin genellikle Türkler olduğu unutulup (!) Türkçe "Denize Dalmak Yasak/Tehlikeli" gibi bir uyarı yazısı yazılmadığı gibi, bu küçüğün yaptığına benzer şekilde arkanı dönüp, elinle burnunu kapatıp, denize ayak üstü atlamaya da bir yasak getirilmemiş.
     
      Dolayısıyla, hem denize girenler mutlu, hem de yasağı koyanlar. Sizin anlayacağınız; uyarı var, uyarıya uyum da muhteşem. 






       Yukarıdaki uyarı levhasının yakınlarındaki vapur iskelesine bağlı aşağıda fotoğrafı görülen bir teknenin kıç üstündeki  uyarıya nasıl uyum sağlandığı ise henüz saptanamamıştır (!). 






 




10 Mart 2013 Pazar

Bir Karadeniz Üçlemesi: Çektirme, Çapar ve Taka





Boğaz'da sol seyir günlerinden


Çektirme




Suya İtilen Çapar







Yıllar Sonra Sudan Çıkartılan Çapar









Taka




Biz bu işi biliriz; yapmasını da, çekmesini de, atmasını da..











Çektirmeyi, çaparı, takayı inşa edip denizle yaşayan ve denizde yaşayanların anısına saygıyla Bartın'da yapılan anıt





Ve mutluluğu denizde yaşayanlar...



Bu ustaların yetiştiği yöreden;
"Tiridine Bandım"




















4 Mart 2013 Pazartesi

Sinop Tersanesi




     Sinop tersanesi tarihinin Romalılara kadar uzandığı bilinmektedir. Osmanlılara ise İsfendiyar oğullarından intikal etmiştir. Sinop tersanesi limanın yanında ve kalenin altında bulunuyordu. Aynı anda 25-30 geminin yapılabidiği Sinop tersanesi, inşa edilen gemi çeşidi ve miktarı bakımından İstanbul ve Gelibolu tersanesinden sonra Osmanlı'nın üçüncü büyük tersanesi durumundaydı. 

Tersane duvarında çift dilli kitabe
(I. Alaeddin Keykavus tarafından konulduğu belirtilmektedir)


        19. yüzyılın ikinci yarısında buharlı gemilerin yaygınlaşmasına kadar gerek ticari, gerekse savaş gemilerinin yapımında kullanılan ana malzemenin ahşap olması nedeniyle, Sinop ve çevresi iklim yapısı ve bitki örtüsü itibariyle ahşap gemilerin yapımı için çok uygun koşullara sahipti. Ayrıca, çevresindeki ormanlar sadece buradaki tersanenin değil İstanbul'daki tersane-i âmire için de başlıca malzeme kaynağı durumundaydı. Gemi yapımında kullanılan diğer önemli malzemeler olan kendirden yapılan çeşitli ip ve halatlarlar komşu Canik sancağından, katranın da Kastamonu dağlarından temin edilebilmesi, yörede keten ekilip işlenmesi, bunun yanı sıra bölgede gemi yapımı için yeterli iş gücünün olması Sinop tersanesi için özel önem taşımaktaydı.  

        Karadeniz'in bir Türk gölü durumuna gelmesiyle birlikte Sinop'a bir düşman saldırısı da söz konusu olmadığından uzun süre güvenli bir üretim merkezi olarak durumu koruyan Sinop tersanesi, Rus donamasının 1853'teki baskınıyla bu özelliğini yitirmişti. Kırım Savaşı sonucunda imzalanan Paris anlaşmasında Karadeniz kıyısındaki tersanelerin kapatılmasına karar verildiğinden Sinop tersanesi de kapatılmıştı.



       Barbaros Hayrettin Paşa ile çıktığı seferlerde adını duyuran Seydi Ali Reis gibi ünlü denizcilerin de yetiştiği bu bölgede halen sürdürülmekte olan ahşap tekne yapımcılığı, keten ve kendir yetiştiriciliğiyle bez ve halat üretimi o dönemin izlerini taşımaktadır.



"Deniz kurumadıkça bu meslek ölmez"
Üç nesil bir arada



Rus donanmasının Sinop’a yapmış olduğu baskın sırasında şehit olan Türk askerlerinin ceplerinden çıkan paralarla yaptırılan
Şehitler Çeşmesi



 


2 Mart 2013 Cumartesi

Kaymakam Konağı



Kaymakamlar Evi

                Safranbolu’ya atanan kaymakamların burada ikamet etmesi sebebiyle “Kaymakamlar Evi” diye anılan ev Safranbolu’nun diğer tarihi evlerinin karakteristik özelliklerini de bünyesinde barındırmaktadır. Çarşı içinden ya da Hıdırlık Tepesi'nden aşağıya doğru dik ve kestirme bir yoldan yürünerek ulaşabilecek “Kaymakamlar Evi” sonradan restore edilerek müze haline getirilmiş ve ziyarete açılmıştır. 


Kaymakamlık Makamı



        Safranbolu'da çalışkan öğrencilere "Kaleye katip olacak diye" takılırlardı. Kale olarak tanımlanan mekan ise Safranbolu Kaymakamlığı'nın bulunduğu mekandı. Bu kaleye de katip olunurdu hani...




Çift Jandarma Geliyor Kaymakam Konağından




Zafranbolu Uçağı





Modern anlamda havacılığın Türk topraklarına girişi 1912’de olmuştur. Trablusgarp Savaşı sırasında uçak teknolojisinin artık savaşlarda önemli bir araç olduğu yaşanılarak öğrenilmiş ve İstanbul-Yeşilköy’de bir havaalanı oluşturulmuştur. Osmanlı İmparatorluğu elinden geldiğince havacılık alanındaki gelişmeleri takip etmeye çalışsa da Balkan Savaşları ve ardından gelen Birinci Dünya Savaşı, havacılıkta istenilen noktaya gelinmesini engellemiştir.  

Türkiye’de ilk sivil havacılık faaliyetlerine Atatürk’ün de desteğiyle 16 Şubat 1925’te Türk Tayyare Cemiyeti’nin kurulmasıyla başlamıştır. Yeniliklerin halk tarafından benimsenebilmesi için öncelikle halkın konu hakkında bilgi sahibi olması ve girişimi desteklemesi önemli olduğundan cemiyetin açılış töreninde Atatürk: ’’…İstikbal göklerdedir; çünkü göklerini koruyamayan milletler yarınlarından asla emin olamazlar... Türk çocuğu her işte olduğu gibi havacılıkta da, en yüksek düzeyde, gökte, seni bekleyen yerini, az zamanda dolduracaksın bundan gerçek dostlarımız sevinecek, Türk ulusu mutlu olacaktır.’’ Diyerek halkın konuya ilgisini çekmeyi başarmıştır. 




 
Kurulan bu dernek sayesinde halkın havacılığa olan ilgisi artmış ve kısa zamanda ülkenin pek çok şehrinde cemiyetin şubeleri açılmıştır. Bunun yanı sıra, Ocak 1935’te Türk Hava Kurumu’na bağlı Türk Kuşu kurulmuş, halka havacılığı sevdirmek, modern teknolojiye olan ilgi ve güveni geliştirmek ve havadan gelebilecek tehlikelere karşı bilgisini arttırmak amacıyla düzenlenen gezi uçuşları halkı çoğu kez yığınlar halinde gösteri alanlarına çekmeyi başarmıştır. Bu ilgi yapılan bağışları da arttırmış, kendiliğinden bir araya gelen meslek temsilcileri gelirlerinin bir kısmını kuruma bağışlamaya başlamıştır. Bu girişimleri şehirler takip etmiş ve kendi şehirleri adına bağışta bulunanlar tarafından İzmir, Manisa, Mersin, Aydın adıyla yeni uçaklar alınmıştır. Bunlar arasında Safranboluluların bağışlarıyla alınan “Zafranbolu” uçağı da vardır.


 
 
Safranbolu'yu tanıyalım
 

 
 
Ve güzel bir Safranbolu türküsü; İlik düştü yakamdan