31 Aralık 2012 Pazartesi

Gitmesek de, görmesek de o köy bizim köyümüzdür

Gezgin Telefonlu Gezgin Sütçü 


Gezgin Telefonlu Gezgin Simitçi


Gezgin Telefonu Henüz Kullanamayan Köylüler



Pencere camına yapıştırılarak kullanılmaya
çalışılan gezgin telefon
    2012 yılı biterken gazetelerde çıkan haberlerin birinde; Türkiye'de GSM telefon hizmeti verilemeyen nüfusu 500'ün altındaki 2.128 yerleşim yerinin kapsama altına alınması amacıyla kurulacak altyapı için daha önce 28 Aralık olarak duyurulan ihaleye teklif verme günü 17 Ocak 2013'e ertelendi haberini okuyunca, ülkede yaklaşık 20 yıl önce başlanan bu hizmetin henüz ulaşamadığı yerlerin sayısının pek de az olmadığı anlaşılıyor. 

       Türkü böyle bir şey...








20 Aralık 2012 Perşembe

Kıranköy: Safranbolu'nun bir başka yüzü


Bir Kasaba, İki Farklı Yüz
Ahmet Oral

    

Gümüş'ten Kıranköy'ün görünüşü (1950 öncesi)



Kıranköy'den Gümüş'ün görünüşü (1950 öncesi)

          Ortasından geçen derenin ikiye ayırdığı Osmanlı dönemi Safranbolu’sunun Türk ve Rum mahalleleri bu tarihi kasabanın iki farklı yüzünü oluşturmuştur. Türklerin Gümüş Deresi, Rumların ise Ayios Spiridon adını verdikleri bu derenin bir tarafındaki tepenin üstünde bulunan Kıranköy o dönemde tamamen Rumların yaşadığı bir semt, derenin diğer tarafında sırtını tepelere dayayan semtin adı ise Gümüş; tamamen Türklerin yaşadığı bir semt. Dibanoz ise iki yakanın birleştiği, Gümüş deresinin en dar ve en derin olduğu yerin adı.  

          Safranbolu’nun bu farklı yüzüne ilişkin çalışmalarını Atina’daki Küçük Asya Araştırmaları Merkezi’nde yapan ve sonuçlarını Tarih ve Toplum dergisinin Aralık 1998 sayısında “Safranbolu’da Rumlar da Yaşarken” başlıklı makalesiyle yayınlayan Orhan Türker; Kıranköy’de oturan Rumların Türkçe konuştuklarını ve Karamanlıca (Yunan harfleri ile Türkçe) yazdıklarını, 1956’da camiye çevrilip Ulu Cami adını alan 1871 yapımı Ayios Stefanos Kilisesi’nin arka bahçesinde 1864’te erkek, 1881’de ise kız çocukları için iki ayrı ilkokul açtıklarını, bu çocukların Türkçe dışında başka bir dil bilmemeleri nedeniyle İstanbul’dan gelen Rum öğretmenlerden Rumca öğrendiklerini, okulu bitirdikten sonra da Türk Rüştiyesi’ne gittiklerini belirtmiştir.

            Makalesinde; Kıranköy’de 1920’lerin başında tamamı Rumlara ait olan ve hemen hepsi kilisenin çevresinde kümelenmiş otuz kadar dükkanın bulunduğunu, bunların bazılarının meyhane, bazılarının ise kahvehane, kasap, bakkal ve fırın olduklarını, Salı günleri de pazar kurulduğunu, Türklerin de buraya alışverişe ya da meyhaneye kaçamak yapıp eğlenmeye geldiklerini de anlatan Orhan Türker, çoğunluğu küçük esnaf ve sanatkar olan, ayrıca Türklerle sorunsuz olarak yüzyıllarca yaşayan Rumların Kurtuluş Savaşı sonrasında bazılarının Safranbolu’dan ayrılarak Zonguldak yolu ile İstanbul’a gitmeye başladıklarını, Lozan Antlaşması ile gündeme gelen halklar mübadelesi ile Safranbolu’daki son Rumların da Yunanistan’a savrulduğunu belirtmiştir.


             Oldukça ilgimi çeken bu makaleyi okuduğumda kağıdı-kalemi alıp Sayın Orhan Türker’e bir mektup yazmış; Rumların Zonguldak yolu ile değil de Bartın yolu ile İstanbul'a gittiklerini, yol üzerindeki İnceçay (Naza) köyünde yaşayan Anneannemin giden Rum kafilelerini gördüğünü, o sırada sırtında taşıdığı çok küçük yaştaki Dayımın ağlamaya başladığını, Rumları taşıyan katırcıların Dayımı "Türk çocuğu ağlamaz" diye teselli ettiklerini, Rumlardan bazılarının Müslüman olup, kaldıklarını, bunlardan birkaçını tanıma fırsatını bulduğumu,  kilisenin uzun süre boş kaldığını, zaman zaman depo olarak da kullanıldığını, ayrıca kilisenin camiye çevrilmesi sırasında ilave edilen minarenin yapımında çalışan ustaları büyük bir merak ve hayretle seyrettiğimi iletmiştim. Sayın Orhan Türker’in gönderdiği cevabi mektubu ise hala saklarım.

            Geçtiğimiz günlerde Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından Kıranköy’deki Ulu Cami’nin restorasyonuna başlanacağı yönünde bazı haberlerin gazetelerde yer alması beni çocukluğuma geri götürmüş, Ulu Cami minaresinin yapımında çalışan ustalarla, kapımızın önünden her geçtiğinde Babaannemin mutlaka yemek ikram ettiği Nazik Hanım’ın zorlukla yürüyüşü gözümün önüne gelmişti. Çocukluğumuzda Kıranköy'den Dibanoz'a inerken kenarından geçtiğimiz yıkık bir taş yapıya "Gavur hamamı" diye taş fırlatmamız ise -pek matah bir şey olmamakla birlikte-hiç unutmadığım anılarım arasındadır. 



"Gavur Hamamı"

            Yazın akşam üstleri Gümüş deresinin Fesleğen diye bilinen yerindeki soğuk su kaynağına testi doldurmaya giderken geçtiğimiz köprünün başındaki evin sahibine "Barba" diye hitap edilmesi de bana çok ilginç gelirdi.            


O günlerde çekilen bir başka fotoğraf
(Fotoğrafta görülen bahçelerde az oynamadık...)

            Sayın Orhan Türker’in yazdıklarını doğrularcasına oldukça düzgün Türkçe konuşan Nazik Hanım’ın bize kalan bir emanet olduğunu söyleyen Babaannemin ne demek istediğini ve "Barba"nın nereden geldiğini o günlerde pek anlamasam da, Ulu Cami’nin yeniden restorasyonunu gerektirecek kadar geçen uzun sürede yaşadıklarım bana bazı şeyleri iyi öğretmişti; gördüklerim ve bildiklerimi paylaşmasını, ayrıca Babaannemin göçüp giden Rumlardan satın aldığı Singer marka dikiş makinesi gibi o günlerden arta kalanlara sahip çıkılmasını ...  

Ulu Cami Meydanı

(Önde Yavrukurtlar, arkada öğrenciler Dibanoz'dan gelen sokaktan çıkmışlar) 



Kilisenin Eski Hali




Kilise Girişindeki Kitabe




Rum İlkokulu


Barba'nın Meyhanesi





Yunanistan'a Giden Mübadiller





Fotoğrafın altındaki yazı
"Zağfiranbolu Kasabasının Manzara-ı Umumisi"
1908 yılı 899 sayılı Servet-i Funun Dergisi 



O günlerden geriye kalanlar...



19. yüzyıl sonlarında Safranbolu'yu ziyaret eden yabancı bir gezginin kitabından alınan gravür



Kilisenin yakından görünüşü



Kıranköy ve Ulu Cami




Babaannemin Singer Dikiş Makinesi


Ve bir damla Safranbolu
Kıranköy ve Çarşı







Sokaklarında büyüdüğüm
Gümüş semti




 




19 Aralık 2012 Çarşamba

Gelemiş (Patara) ve Derne Telsiz Telgraf İstasyonları



Patara kazılarını yöneten Prof Dr. Havva İşkan Işık tarafından
istasyon binası ile ilgili yapılan açıklama 




Dokuzuncu Posta ve Telgraf Nazırı
Hüseyin Hasib Efendi
(1895-1908)
"Memalik-i Osmaniye'de telsiz telgraf tesisini sağlayan Nazır" 


Derne sahilinde Gümrük Dairesi
(Telsiz İstasyonu antenleri görülebiliyor) 




23 Şubat 1323 (1907) tarihinde Derne'ye Telsiz Telgraf Fen Memuru olarak atanmış,
1920-1923 yılları arasında PTT Genel Müdürlüğü yapmıştır.
M. Kemal Atatürk ile Trablusgarb'da tanışan Sabri Bey Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu'daki telgraf şebekesini işler halde tutmak için büyük çaba harcamıştır.
Cumhuriyet kurulduktan sonra Tarım Bakanı olarak da görev yapmıştır.  



  



Atatürk Trablusgarb'da
(Gözü pahasına isyanı bastırıp Libyalıları İtalyanlara karşı mücadeleye hazırladığı sırada) 



"Türklere yiyecek götüren Libyalıları engelleyen İtalyan askerleri"





Trablus'a gidip gelemeyenler için yakılan
bir Karadeniz Türküsü; Volkan Konak söylüyor...









18 Aralık 2012 Salı

Türkiye'de İlk Radyo Yayını

Radyo alıcısı ve saat; birbirinden ayrılmaz ikili

İlk radyo yayınının yapıldığı Sirkeci'deki Büyük Postane


Türkiye’de ilk düzenli radyo yayınları 8.9.1926’da verilen lisans kapsamında Türk Telsiz Telefon A.Ş. tarafından 6.5.1927 tarihinde başlatılmıştır. Söz konusu Şirkete İstanbul-Osmaniye Telsiz Verici İstasyonunda 5 KW gücünde bir uzun dalga vericisi ile Sirkeci’deki Büyük Postane’de stüdyo tahsis edilmiştir. İlk radyo spikerinin Sadullah Gazi Evranos olduğu bilinmektedir.





Aynı şirket tarafından Kasım 1927 tarihinde başlatılan Ankara Radyosu yayınlarında da Babaharman’daki telsiz vericisi ile Ulus’ta PTT Genel Müdürlüğü olarak yapılan binanın bir odası stüdyo olarak kullanılmıştır.

 
Sadullah Gazi Evranos ve mikrofonu

İstanbul Radyo Stüdyosu




İstanbul-Osmaniye Telsiz İstasyonu'ndaki Vericiler

Ankara-Ulus'taki PTT Genel Müdürlüğü binası






Ankara-Babaharman'daki radyo verici istasyonu  



O günlerin karikatürü











17 Aralık 2012 Pazartesi

Hamidiye Kruvazörü





Hamidiye Kruvazörü

Telsiz Telgrafçılar

 
Deniz haberleşmesinde telsiz kullanımı donanmanın modernize edilmesi için Temmuz 1909’da başlanılan deniz gücü plan çalışmaları kapsamında gündeme gelmiş ve telsiz donanımı kurulan ilk gemi Kral Beşinci George’un 22 Haziran 1911’de yapılan taç giyme törenine katılmak için İngiltere’ye giden ünlü Hamidiye Kruvazörü olmuştur. 1903’te inşa edilip 1905’te donanmaya katılan, ancak 1908’e kadar Haliç’te demirde bekletilen Hamidiye Balkan Savaşı’nın en karanlık günlerinde Kıdemli Yüzbaşı Rauf Orbay komutasında Ege ve Akdeniz’de yedi buçuk ay süren akın harekâtı icra etmiş, bu harekât savaşın sonucuna fazla bir etkisi olmamakla birlikte, bütün dünya denizcileri tarafından dikkat ve takdirle izlenmiştir. Bu harekât sırasında gemideki telsiz donanımı da Okmeydanı Telsiz İstasyonu aracılığıyla İstanbul ile bağlantıyı sağlanmıştır.




Haliç'te demirde bekleyen Hamidiye 





Gemilerde talim var






16 Aralık 2012 Pazar

Kruvaziyer Turizmi



Deniz taşımacılığında gün geçtikçe önem kazanan ve yaşanan ekonomik daralmaya rağmen istikrarlı bir gelişme gösteren turistik amaçlı kruvaziyer taşımacılık denizde yolcu taşımacılığının önemli bir bölümünü meydana getirmektedir. Kruvaziyer turizminin başlangıcını 19. yüzyılın ortalarına kadar gerilere götürmek mümkün olup, özellikle Avrupa ile ABD arasında yolcu taşımak amacıyla inşa edilen lüks yolcu gemilerinin 1960’lı yıllara kadar kullanıldığı, ancak o yıllardan itibaren hava yolu taşımacılığının gelişmesiyle birlikte bu taşımacılığın şekil değiştirip ulaşımdan çok dinlenme ve eğlenme amaçlı turizme yöneldiği, yolcu gemilerinin de modern bir turistik otelin denizlerde gezdirilmesi düşüncesiyle dizayn edildiği görülmektedir.

 
Küresel ticaretinin daraldığı dönemde bile bu sektörün büyümeye devam ettiği  ISL (Institute of Shipping Economics and Logistics) tarafından yayımlanan verilerden anlaşılmaktadır. Dünyada 300 GRT’dan büyük yolcu ve yolcu roro/kargo  gemisi sayısının 2011 yıl başı itibariyle 4.131 adet olduğu ve 137 geminin sipariş edildiği bildirilmektedir. Avrupa Kruvaziyer Konseyi tarafından açıklanan verilerde ise; 2010 yılında 5,5 milyon kişinin bu turizmi tercih ettiği ve geçen yıla göre %10,8 oranında bir artışın olduğu belirtilmektedir.

 


Beyoğlu Telgrafhanesi









Binayı satın alan dönemin Posta ve Telgraf Nazırı
Hüseyin Hasib Efendi


Beyoğlu Telgrafhanesi aralarında Pera Palas’ın da bulunduğu ve Avrupalı gezginler için inşa edilen otellerin sıralandığı Meşrutiyet Caddesi’nde küçük kiralık bir binada 19. yüzyılın sonlarından itibaren çalışmaya başlamıştır.


Meşrutiyet Caddesi 
Kısa sürede imkanları genişleyen Telgrafhane 1908’den sonra İstiklal Caddesi’nde Galatasaray Lisesi'nin karşısında bulunan ve 1874'de zengin bir tüccar inşa edilmiş olan binaya taşınmıştır.
Aynı binanın üst katlarında bir İngiliz telgraf şirketi ile bir Alman telgraf şirketinin bulunması ise o dönemin rekabet anlayışını göstermesi açısından oldukça ilgi çekicidir.






1900'lerin başındaki hali



1950'li yıllardaki hali


Ve bügünkü hali ...