18 Temmuz 2013 Perşembe

Rodos



       Osmanlı'nın 1522'de aldığı Rodos'u ben ilk defa 1980'li yılların sonlarına doğru bir görevle çıktığım Marmaris-Turunç yakınlarındaki Palamut Tepesi'nden baktığımda görmüştüm. İlk gidişim ise Aralık 1990'da yapılan uluslararası bir toplantı içindi. Uzun bir seramoni sonrası aldığımız Yunanistan vizesi ile  pasaportumuzu cebimize koyup bir arkadaşımla birlikte Ankara'dan kalkıp önce İstanbul'a, sonra Atina'ya, oradan da Rodos'a varmış, kaldığımız otelin penceresinden bakıp da Palamut Tepesi'ni gördüğümde biraz hayıflanmıştım; Bizim taraftan bakıldığında sanki bir adımlık mesafede gibi görünen Reşadiye Yarımadası'nın dibindeki bu adaya gelmek için bu kadar yol çekilir miydi diye...

Rodos kuşatması

        Sabah-akşam süren toplantılar sırasında şehir merkezini biraz gezme fırsatı bulmuş, Osmanlı'nın ayak izlerinin henüz silinmediğini görmüştük. Bir akşam tesadüfen girdiğimiz kahvehanede Türkçe konuşulduğunu duyduğumuzda önce biraz şaşırsak da, silinmeyenlerin sadece ayakizleri olmadığını çok geçmeden anlamıştık.



        Seneler sonra Marmaris'ten katamarana binip bir saatlik rahat bir yolculukla tekrar Rodos'a gittiğimizde vize gerektirmeyen pasaportlarımızla kolayca giriş yapmış, kalacağımız otele yerleşip eski şehir merkezinin dar sokaklarından geçerken tesadüfen görüp bahçesinde oturmaya karar verdiğimiz küçük bir lokantada bir şeyler yiyip içmeye başlamıştık. Bu sırada lokanta sahibinin yakınlarından biri elinde bir tabakla gelip biraz kırık bir Türkçe ile konuşarak bize getirdiği mezeyi ikram etmiş, bunu annesinin Türk komşularından öğrenip yaptığı bir zeytinyağlı yemek olduğunu söylemişti. Bunu duyduğuma hem çok sevinmiş, hem de çok duygulanmıştım. Osmanlının silinmeyen ayak izleriyle sedasının yanı sıra hala hatırının da sayıldığını görmek mutluluk vericiydi.

Lindos

        Adanın diğer bir yerleşim merkezi olan Lindos, Rodos'a gelenlerin mutlaka uğradığı küçük bir kasaba olduğundan biz de bu kurala uymuş, turistleri gezdiren eşeklerin altından geçtiği bir terasta dinlendikten sonra gezmizi sürdürüken Osmalıca kitabesi hala korunan bir çeşmeden akan sudan içip yüzümüzü yıkamış, sonra da gezimize devam etmiştik.


Lindos'taki Çeşme


Lindos'un vazgeçilmezleri (!)

         İşin en ilginci ise yemek yediğimiz lokantalardan birinin garsonunun bana sorduğu " Türkçe iyi günler nasıl denir?" sorusuydu. Anlaşılan 1522'den yaklaşık 500 yıl sonra Rodos'u yeniden fethediyorduk...

         Ne dersiniz; sizce de öyle değil mi ?           


Plimiri'de ahtapotların altında yemek

   



Bu da Rodos Semahı




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder