20 Aralık 2012 Perşembe

Kıranköy: Safranbolu'nun bir başka yüzü


Bir Kasaba, İki Farklı Yüz
Ahmet Oral

    

Gümüş'ten Kıranköy'ün görünüşü (1950 öncesi)



Kıranköy'den Gümüş'ün görünüşü (1950 öncesi)

          Ortasından geçen derenin ikiye ayırdığı Osmanlı dönemi Safranbolu’sunun Türk ve Rum mahalleleri bu tarihi kasabanın iki farklı yüzünü oluşturmuştur. Türklerin Gümüş Deresi, Rumların ise Ayios Spiridon adını verdikleri bu derenin bir tarafındaki tepenin üstünde bulunan Kıranköy o dönemde tamamen Rumların yaşadığı bir semt, derenin diğer tarafında sırtını tepelere dayayan semtin adı ise Gümüş; tamamen Türklerin yaşadığı bir semt. Dibanoz ise iki yakanın birleştiği, Gümüş deresinin en dar ve en derin olduğu yerin adı.  

          Safranbolu’nun bu farklı yüzüne ilişkin çalışmalarını Atina’daki Küçük Asya Araştırmaları Merkezi’nde yapan ve sonuçlarını Tarih ve Toplum dergisinin Aralık 1998 sayısında “Safranbolu’da Rumlar da Yaşarken” başlıklı makalesiyle yayınlayan Orhan Türker; Kıranköy’de oturan Rumların Türkçe konuştuklarını ve Karamanlıca (Yunan harfleri ile Türkçe) yazdıklarını, 1956’da camiye çevrilip Ulu Cami adını alan 1871 yapımı Ayios Stefanos Kilisesi’nin arka bahçesinde 1864’te erkek, 1881’de ise kız çocukları için iki ayrı ilkokul açtıklarını, bu çocukların Türkçe dışında başka bir dil bilmemeleri nedeniyle İstanbul’dan gelen Rum öğretmenlerden Rumca öğrendiklerini, okulu bitirdikten sonra da Türk Rüştiyesi’ne gittiklerini belirtmiştir.

            Makalesinde; Kıranköy’de 1920’lerin başında tamamı Rumlara ait olan ve hemen hepsi kilisenin çevresinde kümelenmiş otuz kadar dükkanın bulunduğunu, bunların bazılarının meyhane, bazılarının ise kahvehane, kasap, bakkal ve fırın olduklarını, Salı günleri de pazar kurulduğunu, Türklerin de buraya alışverişe ya da meyhaneye kaçamak yapıp eğlenmeye geldiklerini de anlatan Orhan Türker, çoğunluğu küçük esnaf ve sanatkar olan, ayrıca Türklerle sorunsuz olarak yüzyıllarca yaşayan Rumların Kurtuluş Savaşı sonrasında bazılarının Safranbolu’dan ayrılarak Zonguldak yolu ile İstanbul’a gitmeye başladıklarını, Lozan Antlaşması ile gündeme gelen halklar mübadelesi ile Safranbolu’daki son Rumların da Yunanistan’a savrulduğunu belirtmiştir.


             Oldukça ilgimi çeken bu makaleyi okuduğumda kağıdı-kalemi alıp Sayın Orhan Türker’e bir mektup yazmış; Rumların Zonguldak yolu ile değil de Bartın yolu ile İstanbul'a gittiklerini, yol üzerindeki İnceçay (Naza) köyünde yaşayan Anneannemin giden Rum kafilelerini gördüğünü, o sırada sırtında taşıdığı çok küçük yaştaki Dayımın ağlamaya başladığını, Rumları taşıyan katırcıların Dayımı "Türk çocuğu ağlamaz" diye teselli ettiklerini, Rumlardan bazılarının Müslüman olup, kaldıklarını, bunlardan birkaçını tanıma fırsatını bulduğumu,  kilisenin uzun süre boş kaldığını, zaman zaman depo olarak da kullanıldığını, ayrıca kilisenin camiye çevrilmesi sırasında ilave edilen minarenin yapımında çalışan ustaları büyük bir merak ve hayretle seyrettiğimi iletmiştim. Sayın Orhan Türker’in gönderdiği cevabi mektubu ise hala saklarım.

            Geçtiğimiz günlerde Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından Kıranköy’deki Ulu Cami’nin restorasyonuna başlanacağı yönünde bazı haberlerin gazetelerde yer alması beni çocukluğuma geri götürmüş, Ulu Cami minaresinin yapımında çalışan ustalarla, kapımızın önünden her geçtiğinde Babaannemin mutlaka yemek ikram ettiği Nazik Hanım’ın zorlukla yürüyüşü gözümün önüne gelmişti. Çocukluğumuzda Kıranköy'den Dibanoz'a inerken kenarından geçtiğimiz yıkık bir taş yapıya "Gavur hamamı" diye taş fırlatmamız ise -pek matah bir şey olmamakla birlikte-hiç unutmadığım anılarım arasındadır. 



"Gavur Hamamı"

            Yazın akşam üstleri Gümüş deresinin Fesleğen diye bilinen yerindeki soğuk su kaynağına testi doldurmaya giderken geçtiğimiz köprünün başındaki evin sahibine "Barba" diye hitap edilmesi de bana çok ilginç gelirdi.            


O günlerde çekilen bir başka fotoğraf
(Fotoğrafta görülen bahçelerde az oynamadık...)

            Sayın Orhan Türker’in yazdıklarını doğrularcasına oldukça düzgün Türkçe konuşan Nazik Hanım’ın bize kalan bir emanet olduğunu söyleyen Babaannemin ne demek istediğini ve "Barba"nın nereden geldiğini o günlerde pek anlamasam da, Ulu Cami’nin yeniden restorasyonunu gerektirecek kadar geçen uzun sürede yaşadıklarım bana bazı şeyleri iyi öğretmişti; gördüklerim ve bildiklerimi paylaşmasını, ayrıca Babaannemin göçüp giden Rumlardan satın aldığı Singer marka dikiş makinesi gibi o günlerden arta kalanlara sahip çıkılmasını ...  

Ulu Cami Meydanı

(Önde Yavrukurtlar, arkada öğrenciler Dibanoz'dan gelen sokaktan çıkmışlar) 



Kilisenin Eski Hali




Kilise Girişindeki Kitabe




Rum İlkokulu


Barba'nın Meyhanesi





Yunanistan'a Giden Mübadiller





Fotoğrafın altındaki yazı
"Zağfiranbolu Kasabasının Manzara-ı Umumisi"
1908 yılı 899 sayılı Servet-i Funun Dergisi 



O günlerden geriye kalanlar...



19. yüzyıl sonlarında Safranbolu'yu ziyaret eden yabancı bir gezginin kitabından alınan gravür



Kilisenin yakından görünüşü



Kıranköy ve Ulu Cami




Babaannemin Singer Dikiş Makinesi


Ve bir damla Safranbolu
Kıranköy ve Çarşı







Sokaklarında büyüdüğüm
Gümüş semti




 




4 yorum:

  1. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  2. Tebrikler ellerinize ve dimağınıza sağlık

    YanıtlaSil
  3. Beni çocukluğumun geçtiği,hayal gücümün genişlediği yıllar.

    YanıtlaSil
  4. merhaba sizinle iletişime nasıl geçebilirim?







    YanıtlaSil